11 Ağustos 2010 Çarşamba

Korkunç Tesadüf: 11 Eylül Saldırıları ve Q3NNY Kodu

Korkunç Tesadüf: 11 Eylül Saldırıları ve Q3NNY Kodu

Şimdi; Microsoft Word'u açınız,

Q33NY yazın ( 11 Eylül 2001'de Dünya Ticaret Merkezi Kuleleri'ne ilk çarpan, New York tarifeli uçağın uçuş kodu)

mouse la Q33NY yi işaretleyin

Microsoft Word'de yazı boyutunu 72'ye getirin ki gözlerinize inanın.

Yazı tipini en alt sıralardaki wingdings e getirin.

Bu testi Microsoft Word programının 95 versiyonunda da yapabilirsiniz. Sonuç değişmeyecek...

Gerçekten iLginç..

Echelon

Echelon


Echelon

Echelon Map

Echelon

Kategori: Komplo Teorileri

Her telefon görüşmemizin dinlendiğini, internette ziyaret ettiğiniz her sitenin sizin adınızla kaydedildiğini, aldığınız ve gönderdiğiniz her elektronik postanın başka birisi veya birileri tarafından okunduğunu düşünmek nasıl bir duygu? Öfke verici değil mi? Sınırlarınızın bu derece ihlal edilmesi ve bu ihlalin yasal bir çerçeveye oturtulabilmesi son derece öfke verici. Henüz böyle bir gerçeğin var olduğunu bilmeyen var ise; sizi dünyanın en büyük ve en hızlı gizli istihbarat örgütü: ECHELON!!! [1]

Echelon, dünya medyası ve popüler kültürün AUSCANZUKUS olarak bilinen Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından imzalanan UKUSA anlaşması'na dayalı bir istihbarat sinyalleri toplama ve analiz ağı işletimini açıklarken kullandıkları isimdir.[2]

Echelon, 1947 - 1948 yıllarında SSCB'ye karşı geliştirilmiş bir istihbarat sistemidir. Soğuk savaş sırasında kutuplaşan dünyada, nüfus ettiği her yerde sistemini kuran ABD, Soğuk Savaş bitiminden sonra örümcek ağı gibi her yanı saran bu yüksek teknoloji sistemi dünya jandarmalığı amacıyla kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya başlamıştır.[3]

Georg Orwell, 1984'te yayımlanan "Big Brother is watching you!" Adlı kitabında roman kahramanı Smith, Ozeanien denilen devletin bir parçadır. Ozeanien dünyaya hakim olan üç güç bloklarından birisidir ki bu bloklar ile ittifaklara giderek, daima is bilirliği içerisinde birbirlerine savaş açarak, Halkı korku makinelerinin çarkı arasına alarak, onların boyun eğmelerini sağlayarak dünyayı yönetirler. Sistem içerisinde hakimiyeti koruma amacıyla yer alanlar kendilerini sürekli bir baskı altında ve ağır bir denetleme altında görmekte, sistem sadece düşüncelerinde bir özgürlüğe müsaade etmektedir.

Bu roman yayınlandığı andan itibaren büyük yankılar uyandırır. Günümüzde de Internet teknolojisinin ulaştığı nokta sıkça Internet ve Özgürlük kavramını gündeme getirmektedir. Günümüzün kitleselleşen teknolojisi Internet ortamında milyonlarca bilgi bulmak mümkün. Her Internet kullanıcısının görüp okuyabildiği ve yararlandığı bu bilgilerin İstihbarat örgütlerince de okunup dinlenildiği artık bilinmektedir. Sıkça duyduğumuz telekulak'ın yanı sıra yıllardır interkulaklar da sessizce işbaşındalar. İnterkulak sistemleri çeşitlenmekte ve gelişmektedir. Bu sistemlerin bilinen en ünlüsü Echelondur.[4]

Echelon, aslında, içinde Türkiye'nin de bulunduğu UKUSA Sinyal İstihbarat İttifakı'nın uydu ve bilgisayar programı olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede Irak Savaşı, stratejik ortaklık, İran vs. derken bu hengamede Türkiye'nin durumunun ne olduğunu merak etmemek elde değil. İsin siyaset ve siyasetçilerle ilgili boyutları sanıyorum pek derin değil, bu muhitte haberi olan az; bu daha çok ordu ve istihbarat kurumlarıyla ilintili bir mesele.[5]

Dünyadaki bütün telefon, faks, telsiz, SMS ve elektronik posta iletişimini dinleyen dev bir kulak: Echelon. Amerika Birleşik Devletleri'nin sürekli inkâr ettiği Echelon'un varlığı resmi olarak ilk kez, 23 Mayıs 1999'da Avustralya, Canberra'daki Savunma Sinyalleri Müdürlüğü (DSD) Başkanı Martin Brady'nin yaptığı açıklamayla kabul edildi. Brady, ülkesinin 50 yıldır var olan ve gizlenen küresel bir elektronik izleme sisteminin parçası olduğunu kabul eden ilk kişi oldu. Bu gelişme, üye ülkeleri en çok da ABD ve İngiltere'yi rahatsız etti. Sisteme 5 ülke üye idi ve diğer üyeler, Yeni Zelanda ve Kanada idi. Ayrıca, çeşitli müttefik ülkelerde de Echelon'un üsleri bulunuyordu. Echelon sistemine ait Türkiye'de de üsler bulunuyor. Bu üssün Karamürsel'de olduğu iddia ediliyor.[6]

Elektromanyetik dinlenme, 1985 yılında Hollanda da PTT'de çalışan "Win Van Eric" isimli mühendisin yazdığı "Video Görüntüleme Birimlerinin Elektromanyetik Işınımları Bir Dinlenme Tehlikesi mi?" başlıklı makalesi ile dünya kamuoyunca öğrenilmiştir.[3]

Echelon'la ilgili yapılan araştırmalar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere'yle istihbarat faaliyetlerini sürdürmek isteyen ABD'nin, Echelon'un adımını ilk olarak "Shamrock Projesi" ile ortaya attığını göstermektedir. Daha sonra Kanada,Avustralya ve Yeni Zelenda da katılmıştır. Bugün artık Yeni Zelanda ve Avustralya Hükümetlerinin de resmen kabul ettikleri Echelon Projesi, iletişim istihbaratı konusunda soğuk savaş döneminde bilinen en büyük projedir.[4]

Echelon hakkında Avrupa Parlamentosu'ndaki ilk rapor 1988'de yayınlandı. AB raporuna göre ABD, Avrupa'daki telefon, faks ve e-posta haberleşmelerinin %90'ını Echelon sistemiyle denetliyordu. 1999'da, ABD'deki elektronik mahremiyet örgütü EPIC, Echelon'la ilgili olarak ABD hükümetini mahkemeye verdi.

Echelon'un ortaya çıkışıyla birlikte, ABD'nin uluslararası ihalelere girecek Amerikan şirketleri için rakiplerin sırlarını çalmak için de sistemi kullandığı öne sürüldü. İddiaya göre, ABD firmalarının katılacağı ihalelerde rakip şirketlerin iletişimi dinlenerek milyarlarca dolarlık kazanç sağlandı. Avrupa Birliği, İngiltere dışında bu ağa karşı engelleme çalışmalarını yoğun şekilde sürdürüyor.[6]

Dünyanın en büyük izleme sistemi Echelon'un merkezindeyse NSA isimli örgüt bulunuyor. NSA, ABD'nin gerçek gizli servisi ve elektronik istihbarat örgütü durumundadır. NSA, Kasım 1952′de dönemin ABD Başkanı Harry S. Truman'ın bir genelgesiyle kurulmuş ve dünya çapında iletişim istihbaratı görevi verilen kurumun varlığı uzun bir süre gizli tutulmuştur.

NATO ülkeleri tarafından desteklenen Echelon'un 50 ülkede 175 merkezi olduğu tahmin edilmektedir. Tahmin edilebileceği gibi bu merkezlerin tamamına yakını ABD tarafından kullanılmaktadır. Ayrıca ABD gerekli görmesi halinde Echelon'a ait bilgileri paylaşmamak gibi bir ayrıcalığa da sahiptir. ABD'nin "büyük kulağı" ilk kez 1960'da Rusya'ya iltica eden iki NSA görevlisinin, ABD'nin 40 ülkenin haberleşmesini dinlediğini açıklamasıyla ortaya çıkmıştır. Ancak ABD bu iddiayı sürekli inkar etmiştir. Ta ki 23 Mayıs 1999'da Avustralya, Canberra'daki Savunma Sinyalleri Müdürlüğü (DSD) başkanı Martin Brady'nin yaptığı bir açıklamaya kadar. Bu açıklamayla birlikte Echelon'un varlığı ilk kez, resmi olarak, kabul edilmiştir.

Echelon, dünyada 5 ana stratejik uyduyu kullanmaktadır. Bu uyduların her birinin yeryüzünde bir ana üssü yani istasyonu bulunuyor. Bu istasyonlar, İngiltere'nin kuzeyindeki Menvith Hill, Endonezya uydularını besleyen ve beslenen Avustralya'nın güneyindeki Shoal Körfezi, Latin Amerika uyduları ile bağlantılı Kanada'nın Başkenti Ottowa'da Leitrim, Almanya'da Bab Ailing ve Japonya'da Misawa istasyonlarıdır.

NSA, Türkiye'de de ABD üsleri ve büyükelçilik dışında Ankara'da da özel bir “mühendislik” şirketi görünümünde faaliyet gösteriyor. NSA şirketinin varlığı, Ankara'daki büroda 19 yıl görev yapan emekli Deniz Astsubayı Mehmet Özkan Birben'in, 'izin paralarını alamadığı' gerekçesiyle açtığı dava ile ortaya çıkmıştı. NSA rozetli Birben, mahkemeye sağlam deliller sunmuştu. Bu deliller arasında NSA'da çalıştığı süre içinde kendisine verilen başarı belgeleri, sadece NSA görevlilerinde bulunan özel rozeti ve 19 yıllık görev süresinde gizli örgütün Türkiye bürosunda çalışan Amerikalılar ile çektirdiği fotoğraflar vardı.

Birben, dava süreciyle ilgili bir gazeteye yaptığı açıklamada şunları söyleyecekti:

“Türk Silahlı Kuvvetleri'nde Deniz Astsubayı olarak görev yaptığım 1979 yılında NSA'dan gelen teklif üzerine görevimden ayrılarak NSA'nın Ankara'daki Teknik İrtibat Bürosu'nda çalışmaya başladım. 1998 yılına kadar bu büroda görev yaptım. Açık adresini mahkemeye de sunduğum NSA'nın Ankara Bürosu'nun hukuki alt yapısı yoktur. Bu nedenle bana ve NSA'da çalışan diğer Türk personele yapılan ödemeler, paravan şirketler kanalıyla gerçekleştirildi.”

İzin parasını alamayınca NSA'yı ifşa etti NSA'nın, Türkiye'de faaliyet gösterdiği yönündeki iddiaları reddetti ancak, 22 bin dolarlık izin paraları Birben'e paravan şirket tarafından olay büyümesin diye hemen ödendi. Ödeme yapıldıktan sonra NSA, Birben'i zorla para sızdırmaktan Türk askeri makamlarına şikayet etti. Ankara Merkez Komutanlığı da NSA'nın şikayeti üzerine Birben'i gözaltına aldı. Bu gelişme üzerine Birben de, NSA'nın asılsız ihbarı nedeniyle gözaltına alındığını ileri sürerek örgüt aleyhine 25 milyar liralık manevi tazminat davası açtı ve davayı kazandı. Bu dava, NSA'nın Türkiye'deki varlığını resmi olarak kabul etmesi açısından büyük önem taşıyor. ABD'nin stratejik ortağı ve büyük projesinde eş başkan (!) olan Türkiye'de 9 Echelon merkezi bulunuyor. Bunlar; Ağrı, Antalya, Diyarbakır, Edirne, Adana, İzmir, Kars, İstanbul ve Sinop'ta faaliyet göstermektedir.

ABD çıkarları için ihtiyaç duyulan her alanda devreye girerek hizmet veren NSA, ABD şirketleri lehine ekonomik casusluklarda yapıyor. Bu durum 1988 yılında TÜSİAD'ın da ilgisini çekmiştir.[3]

Echelon

Kökleri, Enigma'ya Kadar Uzanıyor

Echelon'un kökleri İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanıyor. Nazi 'Almanya'sına karşı savaşta ittifak yapan İngiltere ve ABD, doğal olarak istihbarat alanında da yakin bir işbirliği yaptılar. Alman şifre makinesi Enigma'nın şifresini çözmekle görevlendirilen matematikçi ve bilgisayar teknolojisinin önderi Alan Turing ve ekibi, şifreyi başarıyla çözdü ve anahtarını Amerikalılara da verdi. Amerikalılar da Japonlar'ın askeri şifrelerini çözerek İngilizlere verdi. İki ülke bu yolla düşmanlarının radyo haberleşmelerini dinlediler ve yüz binlerce gizli mesajı çözdüler.

Savaşın sona ermesinin ardından NSA ve İngiliz Devlet iletişim Karargahı GCQH 1947 yılında UKUSA (İNGİLTERE-ABD) anlaşmasını imzaladılar. Daha sonra İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın elektronik istihbarat birimleri de anlaşmaya katildi. Nihayet Bati Almanya, Danimarka, Norveç ve Türkiye de UKUSA kapsamına "üçüncü ülkeler" olarak eklendiler.

İngilizce konuşan beş ülke dünyanın çeşitli bölümlerindeki haberleşmeyi izlemek üzere işbirliği yaptılar. İngiltere'nin payına Afrika ile Urallar'a kadar Avrupa düştü. Kanada, kuzey enlemleri ve Kuzey Kutbu'ndaki, Avustralya da Okyanusya'daki iletişimi izleme sorumluluğunu üstlendiler. Echelon sisteminde üye ülkeler adına Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA), Kanadalı (CSE), İngiliz (GCHQ), Yeni Zelandali (GCSB) ve Avustralya'daki DSD (Savunma Sinyalleri Müdürlüğü) görev yapıyor.[5]

Echelon, Nasıl Çalışır?

Echelon sisteminin veri toplamak için kullandığı çeşitli yollar vardır. Gelişmiş anten sistemleriyle uydu haberleşmelerini dinlemek (ki çeşitli raporlara göre bu antenler ABD, İtalya, İngiltere, Türkiye, Yeni Zelanda, Kanada, Avustralya, Pakistan, Kenya topraklarında ve muhtemelen diğer bazı ülkelerde de faaliyettedir), yeryüzündeki telefon hatlarını dinlemek, internet bağlantılarını dinlemek (internet ağının anahtar bağlantı-router noktalarında Echelon'un veri iletişimini filtreden geçiren sniffer sistemlerinin bulunduğuna inanılmaktadır), kıtalararası iletişim hatlarını dinlemek (ABD'nin okyanus tabanındaki telefon hatlarını kontrol altında tutabilmek için bu kablolara dinleme cihazları yerleştirdiği bilinmektedir, bu cihazlardan biri 1982'de kabloların bakımını yapan bir Fransız sualtı ekibi tarafından bulunmuştur) gibi çeşitli yöntemlerle, dünya üzerindeki iletişim sistemlerinden geçen veri paketleri Echelon tarafından düzenli olarak toplanmaktadır. Elde edilen bu veriler, DICTIONARY (sözlük) adı verilen bir filtreleme sisteminden geçirilir. DICTIONARY, dinlenen veriler içinde Echelon projesinin 5 ortak devletince belirlenen anahtar kelimeler, isimler, adresler, vs. gibi bilgileri tarayan bir bilgisayarlar ağıdır. Ayıklanan bu "tehlikeli" iletişim unsurları uzmanlarca incelenmek üzere takibe alınır.

İddialara göre, Microsoft, ABD çıkarları ve bazı ticari sırları elde etmek için, ürettiği yazılımlarda bir açık kapı bırakıyor ve bu açık kapı sayesinde, ABD askeri ve istihbarat birimleri, üzerinde Microsoft yazılımı bulunan bilgisayarlardan kullanıcı farkına bile varmadan bilgi alabiliyorlar. Bilindiği gibi, başını Rusya, Çin ve Fransa'nın çektiği bazı devletler, bu tehlikeye karşı ülke sırları ve askeri güvenliği sağlamak için, Linux tabanlı "Milli İşletim Sistemi" üretme yoluna gidiyorlar.

Küresel bir bilgi ağı olan internetin yaygınlaşması ve e-devlet projelerinin geliştirilmesinin en önemli amaçlarından biri, kitlelerin daha iyi izlenmesidir. İnternet ne kadar çok yaygınlaşırsa, Echelon gibi kulaklara sahip ülkeler, ağ üzerinde dolaşmakta olan daha fazla bilgiyi alıkoyacaklardır. İnterneti kullanan, onun e-posta, haber grupları, web sayfaları, sohbet odaları gibi hizmetlerini kullanan herkes arkasında iz bırakmaktadır. Örneğin, ücretsiz e-posta adresi veren bir şirkete veya bir siteye kayıt olurken verdiğimiz bilgiler sadece o hizmeti aldığımız şirketin eline geçmez. Şirketler ticari olarak bunu başka firmalara satabileceği gibi, siber ağlar üzerinde dolaşan bu bilgiler Echelon ve benzeri sistemler tarafından yakalanır. Benzer şekilde, e-devlet projesi de hükümetlerin vatandaşlarını fişlemek ve davranışlarını izlemesinden başka bir şey değildir. E-devlet projesi, devletle olan ilişkilerimizde, bürokrasiyi azaltarak büyük yararlar sağlarsa da, bireyler için yarardan çok zarar getirebilir.[6]

Our link to spy sky: Echelon

Echelon, Sizi Sesinizden Tanır

Televizyonlarda bir reklam vardı: “Ben erkeği sesinden tanırım” diye... Echelon da sizi sesinizden tanıyor. “Tehlikeli” şeyler konuşuyorsanız, ses kaydınızı alıp, otomatik olarak metne dönüştürüyor ve gerekli birimlere sunuyor. Dünyanın en büyük izleme sistemi Echelon'un merkezi konumunda NSA var. NSA, Kasım 1952'de dönemin ABD Başkanı Harry S. Truman'ın bir genelgesiyle kurulmuş ve dünya çapında iletişim istihbaratı görevi verilen kurumun varlığı uzun bir süre gizli tutulmuştur. Bu kuruluş, görevi gereği iç ve dış iletişimi denetim altında tutarak ülke güvenliği açısından gerekli olanları ayırmakta ve tasnif edip ilgili birimlere sunmaktadır. Sinyal istihbaratı yapan en güçlü servis CIA adı daha çok öne çıksa da, aslında NSA, ABD'nin gerçek gizli servisi ve elektronik istihbarat örgütü durumundadır. Önceleri varlığı bile doğrulanmaktan kaçınılan NSA şu anda istihbarat örgütlerinin kapıldığı şeffaflık politikaları (modası mı demek gerekir yoksa?) uyarınca ne gibi faaliyetlerde bulunduğunu tam olmasa da web sitesinde anlatmaktadır. Örneğin NSA sitesinde kurumun, Sinyal İstihbaratı (Sigint: Signals Intelligence) faaliyeti yaptığı açıkça yazılı. Hatta şeffaflık o kadar almış başını gitmiş ki, elde edilen bilgilerin nasıl değerlendirildiğinin bile izahatı yapılıyor.[7]

"Arka Kapı" Tehlikesi

Siber uzayda dolaşan bilgileri okuma yeteneğini kaybettiği zaman, değerli bir silahını kaybetmiş olacak olan devletler, yazılımların sadece kendileri tarafından açılabilecek "arka kapı"lar bırakılarak hazırlanmasında ısrarlı. Buna "anahtar rehim" veya "anahtar geri alma sistemi" deniliyor. Amerikan popüler söyleminde bu durum, "Chipper Chip" olarak bilinir. İddialara göre, Microsoft, ABD çıkarları ve bazı ticari sırları elde etmek için, ürettiği yazılımlarda bir açık kapı bırakıyor ve bu açık kapı sayesinde, ABD askeri ve istihbarat birimleri, üzerinde Microsoft yazılımı bulunan bilgisayarlardan kullanıcı farkına bile varmadan bilgi alabiliyorlar. Bilindiği gibi, başını Rusya, Çin ve Fransa'nın çektiği bazı devletler, bu tehlikeye karşı ülke sırları ve askeri güvenliği sağlamak için, Linux tabanlı "Milli İşletim Sistemi" üretme yoluna gidiyorlar.

Son zamanlarda medyaya yansıyan telefon dinlemeleri, internet yazışmaları, kamera ve ses kayıtlarını göz önüne alırsak NSA'nın ülkemizde gayet rahat çalışabildiği söylenebilir.

Bölgesinde en güçlü devlet olan aynı zamanda dünyadaki sayılı devletlerden biri olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak söz konusu duruma ne gibi önlemler aldık?

Türkiye, ne zaman tıpkı diğer büyük devletlerin yaptığı gibi milli çıkarlarını ön plana alıp, kendi çıkarlarını ne pahasına olsun korumaya özen gösterecektir? Ve bu konular, sürekli birbirlerinin mal varlıklarıyla ilgilenen sayın milletvekillerimizin gündem konusu olmaya ne zaman hak kazanacaktır? [3]

Echelon

Echelon'un Kulakları Nerde?

Echelon'un uydu haberleşmelerini dinleyen gelişmiş anten sistemleri, ABD, İtalya, İngiltere, Türkiye, Yeni Zelanda, Kanada, Avustralya, Pakistan, Kenya topraklarında ve muhtemelen diğer bazı ülkelerde de faaliyette. Echelon'un üye ülkelerin yanı sıra açıklanmayan müttefik ülkelerde de dinleme sistemleri var. Bunlardan biri Kıbrıs Rum Kesimi'nde. Rumlar tarafından yakın geçmişte bu üs aleyhinde gösteriler düzenlenmişti. İddialara göre, Echelon sistemine ait Türkiye'de de üsler bulunuyor. Bu üssün Karamürsel'de olduğu iddia ediliyor. Öte yandan Echelon'un miadını doldurduğu düşünülen cihazları çoğu zaman bulundukları ülkenin istihbarat servislerine veriliyor. Bu iddiaya göre de, MİT'in elinde de Echelon'un eski cihazları bulunuyor.[4]

Echelon'a Karşı Nasıl Önlem Alınabilir?

1991'de Phil Zimmerman isimli genç bir Amerikalı bilgisayarcı, çözümü son derece zor, kendi yazılımı olan çok basit bir şifre programını ücretsiz olarak internet aracılığıyla bütün dünyaya yaydı. Bu şifre PGP (Pretty Good Privacy) olarak biliniyor. (Anlamı: Mükemmel Sır Saklama). PGP'den sonra ona benzer daha mükemmel şifreler bulundu. NSA bilgisayarları bunların hiçbirini, ya da hemen hemen hiçbirini, çözemiyor. Bunun için 250 haneli sayılarla oluşturulan ve çözümü süper bilgisayarların bin yıllarını alabilecek bu şifrelerin çözümü için NSA, kuramsal olarak bunları birkaç saniye içinde çözebilecek kuantum bilgisayarların gelişmesini sabırsızlıkla bekliyor ve bu araştırmaları cömertçe destekliyor.[3]

Echelon ve 11 Eylül Saldırısı

Tahminlere göre, 11 Eylül'ü Echelon sistemi, saldırıyı düzenleyenlerin yüksek güvenlikli şifreleme sistemleri kullanarak haberleşmesi nedeniyle haber alamadı.

ABD'nin 11 Eylül saldırılarını Echelon aracılığıyla haber alamamasında en önemli neden olarak kriptoloji gösteriliyor. 11 Eylül'deki saldırı sonrasında Echelon gibi yüksek teknolojiye sahip bir sistemin kurucusu olan ABD'nin, bu saldırıları neden önceden haber alamadığı tartışıldı. 11 Eylül saldırılarının, ABD'nin dünyadaki hakimiyetini pekiştirme operasyonunun bir parçası olduğu şeklindeki komplo teorilerini şimdilik bir yana bırakırsak, NSA'nın 11 Eylül saldırılarını haber alamamasında en önemli neden olarak kriptoloji gösteriliyor.[3]

Bu görüşe göre, bazı ülkeler gizlice haberleşmelerini dinleyen büyük "kulaklar"dan, bazı firmalar da bilgisayar korsanlarından korktukları için, şifreleme sistemleri büyük önem kazandı. Bu şifreleme sistemleri doğal olarak, teröristler tarafından da yaygın bir şekilde kullanılıyor. Soğuk Savaş bitene kadar modern elektronik şifreler yalnız belli çevrelerce kullanılabildi. Bunlar askeri personel, casuslar ve diplomatlardı. Bu çevreler dışında şifre kullanılabilmesi için, kullanılan şifrelerin gizli servislerce çözülebilecek cinsten olması gerekliydi.[4]

Jam Echelon Day Nedir?

İlk kez 1999'da denenen sivil bir eylemdir.eylemin mantığı aynı günde, Echelon filtreleme sistemine takılacağı bilinen anahtar kelimeleri içeren mümkün olduğunca çok email iletisi göndererek, Echelon sistemini bir günlüğüne de olsa kilitlemektir. 1999'daki denemenin başarıya ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir.[6]

Echelon'un varlığının öğrenilmesinden sonra, Echelon karşıtı sivil gruplar oluşmaya başladı. Echelon karşıtlarının açtığı bir siteden, sistemi kilitlemek için, mesaj göndermek mümkün olabiliyor. Echelon'un tehlikeli olarak tanımlamış olabileceği kelimeler, gönderilecek mesaja yazılıyor ve bu mesaj Echelon'un kurulduğu gün olan 21 Ekim günü postalanmak üzere saklanabiliyor veya hemen gönderilebiliyor.

Bu yöntemin Echelon'a karşı etkili olup olmadığı bilinmiyor. Sistemin büyüklüğü ele alındığında, "Echelon Day" kapsamında gönderilen mesajların, sembolik kalacağı varsayılabilir. Bu eylemin amacı olsa olsa, insanları Echelon hakkında bilgilendirmek ve Echelon'a karşı tepkisiz kalınmayacağını, projenin sahiplerine göstermektir.

Dünyayı Gerçekten Kim Yönetiyor?

İngiltere'den eski bir gazeteci ve televizyon sunucusu, David Icke, "En Büyük Sır", "..ve gerçek seni özgür kılacak" ve "Ben Benim, Ben Özgürüm" isimli kitaplarını da içeren 11 kitap yazdı. David Icke, son 10 yıldır en büyük sırrı açığa çıkarmak için çalışmakta. Dünyayı gerçekten kimin yönettiğini ve bunu binlerce yıldır nasıl sürdürdüğü gerçeğini. Hayretler içerisinde bırakan ve çok ilginç ve keyifli bir okuma sağlayan bir bilgi. İşte David Icke'ın websitesi'nden derlenmiş bir giriş & tanıtım yazısı {www.davidicke.com}

Ben, David Icke, Illuminati isimli (kendilerini [aydınlanmış]-[illuminated] şahıslar olarak görmelerinden gelen bir isim) gizli bir global topluluğun eski çağlardan beri nasıl kontrol gücünü ve hakimiyetini elinde tuttuğunu, güçlerini Orta ve Yakın Doğu'dan (ve diğer merkezlerden) başlayarak önce Avrupa'yı ve, -İngiliz Krallığı ve diğer Avrupa imparatorlukları sağolsun-, Amerika kıtasını, Afrika'yı, Avustralya'yı, Yeni Zelanda'yı, Asya'yı ve kısacası bütün dünyayı yönetmek ve kontrol etmek için nasıl genişlettiğini açığa çıkarmakla uğraşmaktayım ve araştırmalarımı sürdürmekteyim.

Ne zaman ki, bu imparatorluklar önceden işgal etmiş oldukları yerlerden çekildiler, Illuminati bu bölgelerde gizli topluluk şebekelerini ve Illuminati kanbağlarına sahip soyları arkasında bıraktı. İşte o zamandan beri, bu imparatorluktan kurtulmuş sözde "özgür" ülkelerde bunlar kontrolü elinde tutmaya ve olayların gelişimini orkestra şefi misali yönetmeye devam ettiler. İki çeşit diktatörlük ve hapishane vardır. Birincisi, açık şekilde, göz önünde yapılan, net diktatörlüklerdir (komünizm, faşizm, vs.) ve ikincisi de tümünün içinde en etkili tür olan üstü örtülü, gizli diktatörlüktür. Özgürlük maskesi altına saklanmış diktatörlük.

İnsanlar, eğer özgür olduklarını düşünürlerse, özgür olmamak adına isyan etmezler!

İlluminati, uzun zamandır hazırlanmış ve düzenlenmiş bir planı yürürlülüğe koymak için çalışıyor. Bu plan, bir dünya hükümeti, dünya bankası, dünya ordusu ve global bir bilgisayara bağlı mikroçiplenmiş bir insanlık yaratmaktır. Kullanılmaya hazır bir beyine sahip herkes, tüm bu yukarıda sayılan şeylerin, her geçen gün daha da hız kazanarak, gerçekleşmekte ve yüzeye çıkmakta olduğunu görebilir.

Global gücün bu yapısı altında, Avrupa Birliği (Avrupa Ekonomik Topluluğu serbest ticaret alanından evrimleşmiş olan), Amerikan Birliği (Kuzey Amerika serbest ticaret alanından evrimleşmekte olan), ve Pasifik Birliği (Asya Pasifik Ekonomik Topluluğu serbest ticaret alanından evrimleşmekte olan) gibi süper devletler dizayn edilmiş olacak. NATO (BM Barış Kuvvetleri ile birleşmekte olan), Birleşmiş Milletler'in evrimleşmesi ile ortaya çıkacak olan İlluminati dünya hükümetine egemenliğini vermek istemeyen ülkeleri hizaya sokmak için, planın bir parçası olarak dünya ordusu ve dünya polis gücü olma yolunda ilerlemektedir.

Global kontrolün yapısı, piramitler içerisinde piramitlerdir. Tıpkı Rus kuklaları gibi, bir kukla diğer kuklanın içerisinde. Eğer günümüzün organizasyonlarına bakarsanız, görürsünüz ki her biri bir piramit şeklinde yapılanmıştır. Piramidin alt seviyelerinde bulunanlar, çalıştıkları organizasyonun gerçekte nerden ibaret olduğunu bilmezler. Onlar yalnızca her gün işlerini yaparlar ve evlerine dönerler. Onlar, yaptıklarının, aslında çok belirgin ve kötü bir düzen ile gidişat yaratmakta olan diğer kişilerin çıkarları ile nasıl bağlantılı olduğunu bilmezler. Sadece, piramidin en üstündeki birkaç kişi bunu bilir. Böylece, bir organizasyon içerisinde, birkaç kişi binleri yönetip sömürerek, yine binlercesinin varlığından dahi haberdar olmadığı İlluminati Planı'nın gelişmesini sağlarlar. Bu yapının, ayni şekilde milyarları yönetip sömüren global bir versiyonu vardır.

Bu "tek-bireysel" organizasyonlar, mesela; bankalar, ülkeler-arası şirketler, medya imparatorlukları, NATO, vs., sonrasında daha da büyük piramitlere bağlanırlar. Böylece bulursunuz ki, örneğin, global bankacılık piramitinin en tepesinde, tüm bankalar eninde sonunda aynı insanlar tarafından yönetilmektedir; yani Illuminati tarafından. Bu durum, ülkeler-arası şirketler, medya vs. için de aynen geçerlidir. Tüm bankacılık, iş dünyası, medya, ordu, politika ve gezegeni kontrol altında tutan diğer kuruluşlar piramitlerini kapsayan dev bir global piramit vardır. Bu piramitin tepesinde ise, global kontrol için Planlarını, görünüşte bağlantısız olan tüm kuruluş ve organizasyonlar aracılığı ile, ilerletip geliştirmekte olan Illuminati'nin en seçkin birkaçı bulunur.

Bu, neden hayatımızın tüm alanlarında, -bankacılık, iş dünyası, medya, politika, ve diğerleri- sürekli ve ardı arkası kesilmeyen global güç için merkezileştirme hareketlerinin gerçekleşmekte olduğunu açıklar. Tüm bunlar, AYNI insanlar tarafından AYNI planın düzenine göre yürütülmektedir. Websitemde bu Plan hakkında ayrıntılı bilgi veren makalelerimi ve yine site üzerinden sipariş edebileceğiniz kitaplarda muazzam enginlikteki bilgileri bulabilirsiniz.

Illuminati, insanlığı zihin ve duygular aracılığı ile idare etmekte ve köleleştirmektedir. Dünyada birçok insan vardır, fakat onları fiziksel olarak kontrol altında tutacak bir kaç Illuminati vardır, küçük bir 'l'' haricinde. Onlar, kitlelerin düşündüğü ve hissettiği yolu idare etmek zorundadır ki böylece hayatlarımızı Illuminati'nin istediği şekilde yaşar ve etrafımızdaki dünyayı Illuminati'nin istediği şekilde görürüz. Örneğin; en güçlü idare etme tekniği, benim "Problem & Reaksiyon" çözümü adını verdiğim tekniktir.

Şu şekilde çalışır:

İnsanların hoşuna gitmeyeceğini bildiğiniz birşeyi sunmak istiyorsunuz. Bu, polise daha fazla yetki vermek, esas özgürlüklerin daha fazla zedelenmesi, ve hatta bir savaş bile olabilir. Bilirsiniz ki, eğer bu siyasetleri insanlara açıkca sunarsanız, onlar tarafından aşırı bir reaksiyon alacaksınız. Bu nedenle, önceden bir PROBLEM yaratırsınız, suç oranında bir artış, daha fazla şiddet, bir terörist bombası, bir hükümet çök'ntüsü, veya savaş gitmesi için Saddam Hüseyin gibi Illuminati kuklalarınızdan birini alırsınız.

Bu problem için, sizin, yani aslında herşeyin arkasında olan gerçek kişinin değil de, başka birinin suçlandığını garanti altına alırsınız. Böylece, Amerika'da söyledikleri gibi, bir "avanak" yaratırsınız; bir sözde Oklahoma bombacısı Timothy McVeigh gibi, bir sözde Kennedy suikastcisi Lee Harvey Oswald gibi. Sonra medyanı kullanırsın ve insanlara, senin imal edilmiş olayın hakkında ne düşünmeleri gerektiğini ve o olay için kimi suçlamaları gerektiğini söylersin. Ve bu da bizi ikinci bölüme getirir, insanlardan gelecek REAKSİYON'a '' Bu daha fazla devam edemez ! Buna karşılık ne yapacak ONLAR, ha?

Bu da ONLAR'a rahatça ve açıkca, kendi yarattıkları problemlere ÇÖZÜMLER sunmaları iznini verir. Planlarını geliştirecek olan, global gücün daha fazla merkezileştirilmesi veya daha fazla esas özgürlüklerin zedelenmesi için yeni yasama getirilmesi. Bu teknik, tüm zamanlarda, insan zihni ve duyguları üzerinde kullanılmıştır, tıpkı beyni yıkanmış genç ve yetişkinlerin silahlarla çılgına dönmesi ve hemen arkasına acil silah kontrol yasalarının getirilmesi gibi.

Bunu, silah bulundurmayan ve tutkulu bir şekilde şiddetsizliğe inanan biri olarak söylüyorum. Ama sokak stili yaşayacaksak kendi inançlarımızın ötesine bakmalı ve farketmeliyiz ki Illuminati kendilerine karşı silah KULLANABİLECEK herkesi sistematik olarak silahsızlandırmayı hedeflemektedir. Tıpkı Adolf Hitler toplama kamplarını doldurmaya başlamadan evvel, ayni silah-karşıtı yasama kampanyasını başlattığı gibi, aynisini günümüz dünyasında görmekteyiz.

Şimdi, bu Planın tarihinde çok önemli bir dönüm noktasında bulunmaktayız. önümüzdeki aylar ve yıllarda, Illuminati tarafından oynanacak birçok kart beklemededir. İnsanlık tarihinde bir kavşak üzerindeyiz. özgürlüğü seçebilir veya Nazi Almanya'sının global bir versiyonu olan global faşist devletin kontrolü altına düşebiliriz.

Bu, böyle olmak zorunda değil, ama bunu durdurmak için de birçok koltuktan birçok k.ç kaldırılmak durumunda. Websitem ve kitaplarım, size, bilinçli seçimler yapabileceğiniz, detaylı bilgi verecektir.

Bu makalede okuduğunuz, bilinmesi gereken şeylerin yalnızca ufacık bir bölümü ve bu küçük özetin anlattığının tersine, resim aslında çok daha büyük ve çok daha olağanüstü. Websitemde ve kitaplarımda herhangi bir yere bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız!'

Sevgiler,

David Icke

Bir Ulusu Köleleştirmenin İki Yolu




«Bir Ulusu köleleştirmenin ve fethetmenin iki yolu vardır. Birisi kılıçla , diğeri borçla.» John Adams 1735 - 1826

John Perkins, “Kiralık bir İktisatçının İtirafları” kitabının yazarı aynı zamanda bir iktisatçı / ekonomist. 30 sene özel şirketlerde çalışmış bir isim ve ülkeleri hatta dünya düzenini dev şirketlerin yönettiğine dair şirketokrasi diye adlandırılacak bir sistemden söz edip duruyor. Bu sistemin içinde Perkins’e göre dev şirketler, finans kuruluşları ve medya gücü yer alıyor.
Ülkemizin içinde bulunduğu mali kriz ve makro boyutta dışa bağımlılık bizi sürekli (5 senede bir en azından) ciddi bir denklemin içine atıyor ve sıkıntıya sokuyor. Ancak John Perkins’in adını duyana kadar bunun bizim üretimsizliğimizden verimsizliğimizden v.s. kaynaklandığını sanıyordum. Ancak onu okuduktan sonra gördüm ki durum cidden çok farklı. Bakın Perkins neler diyor:

“Hedef ülke tespit edildikten sonra, ülkenin liderini ikna yoluyla kontrol altına almak için “kiralık iktisatçılar” devreye sokulur; bunda başarısız olunursa “kiralık katiller” devreye sokularak lider ortadan kaldırılır; bunda da başarılı olunmazsa bu sefer asker/savaş devreye sokulur.”

Yazar ve Yrd.Doç Cevdet Akbay’a göre Perkins’in söylediği şirketokrasinin Türkiye’de ki temsilcisi TÜSİAD ! Cevdet Akbay tamda Perkins’in sesini yükselttiği coğrafyadan Amerika’dan yapıyor bu tespiti.

İşte John Perkins’in çarpıcı açıklamaları;

“Belki de en sık kullanılanı, öncelikle şirketlerimize uygun kaynakları olan ülkeleri bulur ve gözümüzü üstlerine dikeriz , petrol gibi..

Ardından Dünya Bankası veya onun kardeşi başka bir organizasyondan o ülkeye büyük bir kredi ayarlarız. Fakat para asla gerçekte o ülkeye gitmez. Ülke yerine o ülkede projeler yapan kendi şirketlerimize gider. Enerji santralleri, sanayi alanları,limanlar bizim şirketlere ilaveten , o ülkedeki birkaç zengin insanın kar sağlayacağı şeyler. Bunlar toplumun çoğunluğuna yaramaz. Yine de o insanlar, yani bütün ülke bu borcun altına sokulur. Bu borç ödeyemeyecekleri kadar büyüktür ve bu da planın bir parçasıdır geri ödeyemezler. Ardından biz ekonomik tetikçiler gidip onlara deriz : ‘ Dinleyin, bize bir sürü borcunuz var. Borcu ödeyemiyorsunuz.’ O zaman petrolünüzü petrol şirketlerimiz için oldukça ucuza satın. Ülkenizde askeri üst kurmamıza izin verin veya askerlerimizi desteklemek için dünyanın bir yerine asker gönderin – ırak gibi - , veya bir dahaki BM seçiminde bizimle oy verin.

Elektrik şirketlerini özelleştiririz. Suları ve kanalizasyon sistemlerini özelleştiririz ve ABD şirketleri veya diğer çok uluslu şirketlere satarız. Bu mantar gibi biten bir şey ve çok tipik, IMF ve Dünya Bankası bu şekilde çalışır. Ülkeyi borca sokarlar ve bu öyle büyük bir borçtur ki ödenemez. Koşullara bağlı veya iyi yönetim talep edersiniz. Aslında bu onların kaynaklarını satmalarını sağlar. Buna sosyal hizmetleri teknik şirketleri bazen eğitim sistemleri de dâhildir. Adli sistemlerini , sigorta sistemlerini yabancı şirketlere satarız. Bu ikili – üçlü – dörtlü bir darbedir!”

JOHN ADAMS, Amerika Birleşik Devletleri tarihindeki ilk Başkan Yardımcısı ve 2. Başkandır. 1797–1801 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri ikinci başkanı olarak görev yaptı.)

Amerika'nın Dünyayı Hakimiyeti Altına Alması Planı



BUNLAR KOMPLO TEORİSİ MİDİR YOKSA GERÇEKLERİN KENDİSİMİ,SİZ KARAR VERİN.

ABD'li Gazeteciden İstenilmeyen Irkları Kısırlaştırma Planı İddiası

Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci Frederick William Engdahl'ın istenmeyen ırkları kısırlaştırma planının ayrıntılarını açıkladığı ürpertici iddialar!

"Norveç'teki Tohum Deposu, Dünyayı Ele Geçirme Planının Bir Parçası"

Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci Frederick William Engdahl (August 9, 1944 in Minneapolis), tarım sektörünü elinde tutan GDO devlerinin insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağını söylüyor. İddialarıysa son derece ürkütücü. Norveç'teki küresel tohum deposuyla amaçlanan Arî üstün ırk yaratmak mı, yoksa istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmak mı? "Kıyamet tohum deposu" olarak da bilinen Svalbard hariç, dünyadaki diğer tohum depolarını bekleyen "kıyamet"i kim koparacak? Engdahl, sorularımızı yanıtladı.

Yeni Aktüel Dergisini 29 Kasım - 5 Aralık 2007 tarihli 125. sayısında "Kıyamet Kapısı" başlığıyla kapak konusu olarak işlediğimiz ve 26 Şubat 2008'de tamamlanacağını duyurduğumuz "proje", tamamlandı. Norveç'in kuzeyindeki Spitsbergen adasında "Svalbard Küresel Tohum Deposu" adı verilen o ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum, özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu'na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar, 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna "kıyamet tohum deposu" da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini bir araya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.

Buraya kadar her şey, gayet iyi niyetli görünüyor. Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci Frederick William Engdahl'ın bu projeyle ilgili dehşet verici şüpheleri var.

Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor. Spitsbergen'in buzlaşmış kayalıklarının altında "dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme" planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor. İlk baskısı 2007'de yapılan, Nisan 2009'da Türkçe'ye çevrilen "Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar" adlı kitabın da yazarı olan Engdahl ile "kıyamet muhafızları" dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında konuştuk.

Kıyamet Muhafızları

- Svalbard Küresel Tohum Deposu'nun finansörleri kimler?

Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma'da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998'e dek New York merkezli Nüfus Konseyi'nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey, John D. Rockefeller'in nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla 1952'de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında "Hollywood Dream Works Animation"a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman, ABD'nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation'un da kurul başkanıydı.

Örgütün finansörleri ise;

- Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika'daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft'un kurucusu Bill Gates!

- Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD'li DuPont / Pioneer Hi-Bred!

- Yine bir ABD'li GDO devi Monsanto!

- İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta!

- 1970'lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla "Yeşil Devrim" diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!

- ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada'dan da devlet fonları aktarılıyor.

Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor.

Dünyanın pek çok ülkesinde "zaten var olan" tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard'a muhtaç kalınacaktır?

Ebu Garib tohumları nerede?

- Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?

Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak'a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib'de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard'da biraraya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak! Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.

"Arî Irk Yaratma Projesi"

- Peki tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi?

Hayır. Bunu açıklamak için önce kıyamet muhafızlarının kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller 1971'de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR'ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) "modern tarım ürünü" kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD'de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO'lu "Gen Devrimi"nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı'nı ve Dünya Bankası'nı da işin içine dâhil etti.

"Rockefeller, Hitler'in de Finansörüydü"

- Üstün ırk yaratma projesi tanı olarak nasıl bir şey?

Rockefeller Vakfı'nın ve zengin finans kurumlarının 1920'lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrûlaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler, buna Arî üstün ırk diyorlardı. Hitler'in öjenik çalışmaları da bugün Svalbard'a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Rockefeller Vakfı, Third Reich's Kaiser Wilhelm Instilutcs'un Arî ırk öjenik çalışmalarını finanse ediyordu. 2. Dünya Savasında ABD resmi olarak savaşa Hitler Almanya'sının karsısında olarak girerken, Rockefeller Standard Oil Group, illegal olarak Alman Luftwaffe ve Wehrmacht birliklerine petrol nakline devam etti. Bununla ilgili ABD Senato araştırması da yapıldı.

Rockefeller Vakfı, insanı "gen dizilimlerine" indirgemeye çalışan sözde moleküler biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan (özelliklerini istenen şekilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Hitler'in Öjenikçi bilim adamları, 2. Dünya Savasından sonra sessizce ABD'ye götürülmüş ve Çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusun­ da ilk adımları atmışlardır.

Gıdalar ile Negatif Öjenik

- Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk yaratmak mı?

Aslında daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920'den beri biricik amacı "negatif öjenik"tir. "Negatif öjenik", istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Aile Planlaması Enternasyonali'nin kurucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger, 1939'da Harlem'de "Negro (Zenci) Projesi" adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: "Negro (Zenci) nüfusu ortadan kaldırmak istiyoruz".

20 Yıllık Kısırlaştırma Projesi

- Negatif öjenik, bir kısırlaştırma projesi mi?

Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Californiya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaştıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı. Epicyte, Svalbard'ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücülü mısırı ABD Tarım Bakanlığından (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Bir başka örnek; 1990'larda BM Dünya Sağlık örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler'de 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının tetanosa karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de tetanos olabilirdi; ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Provida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi), aşıları test ettirdi. Test sonuçları ile, Dünya Sağlık örgütü'nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaştaki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı.

Doğal bir hormon olan hCG, tetanos toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgütü (WHO) için tetanos taşıyıcın bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972'de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu'nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!

Hibrid Tohumlarla Tekel Tuzağı

- Rockefeller'in gelişmekte olan ülkelerde yürüttüğü "Yeşil Devrim" çalışmalarına bu açıdan bakınca korkunç görünüyor…

Rockefeller Vakfı, 1946'da sadece adı yeşil olan "Yeşil Devrim"i başlattı. Neydi Yeşil Devrim? 60'larda Rockefeller'in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra. Yeşil Devrim'in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir tanın ısı geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi.

Nasıl Tekelleştiler?

"Yeşil Devrim", gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid tohum patentlerinin DuPont / Pioneer Hi-Bred'in ve Monsanto'nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO'lu tohum darbesi için yolu açtı. Hibrid tohumlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petro-kimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler, Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şirketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçlan da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu.

Yeşil devrim, aslında bir "kimyasal darbeydi". Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankasından kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar.

- Sonuç?

Bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler, genellikle topraklarını kaybettiler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu.

Patentli biyolojik silah. Peki ya bugün?

Bugün de Gates ve Rockefeller, Afrika'da Yeşil Devrim adı altında bir projeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yine GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.

Büyük bir tekelleşme tehdidiyle karşı karşıyayız...

Plan işlerse; tüm dünya, birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington'dan gelen emirler doğrultusunda Washington'un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum vermeme olasılığı da var. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdalara çevrilebilirler.

Kaynak: Yeni Aktüel, 29 Kasım - 5 Aralık 2007, Sayı:125

20 Dolar - Amerika ve 11 Eylül

Basit bir 20 Dolar ve 11 Eylül Saldırıları ile ilgili çok ilginç tesadüfler!



HER ŞEYİN İMKANSIZI AMERİKA'DA MÜMKÜN !

1. 20$'ı ikiye katlayın.




2. Aşağıda gösterildiği gibi sol köşesini arkadan yukarıya katlayın.




(Aynen böyle katlanması gerekiyor.)

3. Sağ köşesini de aynı şekilde yukarıya katlayın.



PENTAGON YANIYOR !

4. Şimdide hiç bozmadan 20$'ı çevirip arkasına bakın.



İKİZ KULELERDEN (WTC) DUMANLAR YÜKSELİYOR !

Ne tesadüf ! Basit geometrik katlamalar sonucunda çıkan bu resimler 11 Eylül'ün bir habercisi Mİ?

Bitti mi? HAYIR ! Bunlar sadece gördüklerimiz...

Ön tarafta Pentagon alevler içerisinde...! Arka Tarafta da ikiz kuleler...!



ve birde şimdi bakın...




3 TESADÜF BASİT BİR 20 DOLAR'IN ÜZERİNDE !!!

Komplo teorisi

Komplo teorisi, kamuoyu tarafından belli bir şekilde algılanmış herhangi bir olay hakkında geliştirilmiş, kamuoyundan saklandığı iddia edilen bilgilerle, gizli bilgilere veya olayın arkasındaki görünmeyen güçlerle ilişkilendirilen alternatif açıklamalara verilen addır. Bazı kişiler komplo teorileri üreten kişileri paranoyak, ilgi çekmeye uğraşan ya da yanlış yönlendirmelerle toplumu yanıltarak bundan politik, ekonomik (ya da medyatik) çıkar sağlamaya çalışan kişiler olarak görür ve iddiaları gülünç ve önemsiz kabul ederler. Öte yandan bu tip iddialar popüler kültür alanında her zaman kendisine yer bulabilmiş, ilgi çekmeyi başarabilmiştir.

Bilim adamlarına göre komplo iddialarına yatkın toplumlar uzun süreli politik, ekonomik veya ahlaki çöküntü yaşayan veya kendilerine karşı önemli bir tehdit yöneldiğini düşünen insanlar. Öte yandan, İngiliz sosyolog Mark Fenster'e göre belgelendirilebilen pek çok komplo teorisinin fos çıkması, bunların hepten önemsiz olmaları anlamına gelmiyor. Fenster, bu teorilerin ortaya koyduğu gerçeğin, toplumda varolan sisteme karşı genel güvensizlik ve özellikle her şeyin yüzeyde şeffaf ve özgür gözüktüğü demokratik sistemlerde aslında alttan alta süre giden başka mekanizmaların varolduğuna dair inançtır.

About This Blog

  © Blogger template 'Ultimatum' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP